Hukuka Giriş
ve Medeni Hukukun Temel Kavramları
I.Bölüm
Hukuka Giriş
Hukuka Giriş
Sosyal Yaşam –Sosyal Düzen- Hukuk
İnsan bugün doğumundan ölümüne kadar kendisini bir çok bağlarla sarılmış olarak algıladığı bir toplumun içinde yaşar.
Toplum içinde yaşayan insanlar hayatlarını en iyi şekilde sürdürebilmek için sahip oldukları güçleri kullanırlar.
Bu güçler başıboş bırakıldığında ise insan toplum içinde varlığını sürdüremez; hatta bu tip davranışlar toplumun kendi varlığını sürdürmesini bile tehlikeye düşürür.
Bu sebeple toplumlarda düzenin sağlanabilmesi için, güçlerin dengelenmesi ve bir takım kuralların öngörülmesi zorunluluğu, ortaya çıkmıştır
SOSYAL İLİŞKİLER
Toplum içinde yaşamak zorunda olan insan sürekli olarak diğer insanlarla ilişki içerisindedir. Bir insanın bütün davranış ve eylemleriyle diğer insanlarla kurduğu bağlılık ve ilişkilere sosyal ilişki denir
SOSYAL YÜKÜMLER
Toplum içinde yaşayan insan diğer insanlarla olan ilişkisinde kendisini bir takım yetkilerle donatılmış ya da bazı yükümler ve ödevlerle bağlı görür.
Muhtaca yardım eder, küçükleri korur, büyüklere saygılı olur.
Bu davranışlardan kaçınmak toplumda çeşitli tepkilere yol açar. Hatta bazı durumlarda devlet doğrudan doğruya müdahale eder.
Bu anlamda devlet tarafından desteklensin ya da desteklenmesin, toplum halinde yaşamaktan doğan sosyal ilişkilerimize bağlı olan bu yüküm ve ödevlere sosyal yükümler veya sosyal ödevler denir.
SOSYAL DÜZEN KURALLARI
İnsanın soyutlama yeteneği sosyal olaylarda da kendisini gösterir. Tekrarlanan olaylardan genellemeler yaparak kurallara ulaşır ve toplum yaşamını bu kurallara bağlı olarak sürdürür. Kişilere ödevler yükleyen ve yetkiler veren bu düzen sosyal düzen kuralları olarak adlandırılır. Yerine getirilmediği takdirde yaptırımla karşılaşan bu kurallar, insanların birlikte barış içinde yaşamasını sağlar.
SOSYAL YAŞAMIN DAYANAĞI
Hugo Grotius: “Toplu yaşam ve sosyal ilişkiler, insanın doğasında var olan kendi benzerlerini arama eğiliminden kaynaklanır”
Rudolf von Jhering: “Sosyal ve bireysel çıkarların gerçekleştirilmesi ihtiyacı sosyal yaşamın dayanağıdır.”
Emile Durkheim: “Sosyal yaşamın dayanağı, insanların yaşama içgüdüsüne bağlı olarak, varlıklarını korumak için kendi aralarındaki benzer ve ayrışık gereksinimlerin doğurduğu sosyal dayanışma duygusudur. Sosyal dayanışma da, iş birliğine ya da iş bölümüne dayanır.” (mekanik dayanışma – organik dayanışma)
İnsanlar toplum içinde yaşarlar.
Aristototeles: insan sosyal bir varlıktır (Zoon Politikon)
Grotius:insanda toplu halde yaşamaya ilişkin bir istek vardır(Appetitus societatis).
Topluma, toplumsal yaşama ihtiyacı olmayan bir varlığın, ya insanüstü ya da insandan aşağı bir varlık, bir canavar olacağı ileri sürülmüştür.
Bu kuralların bir kısmı , kişilere bazı ödevler yükler ve bazı yetkiler verir; bir kısmı ise sadece bazı ödevler yükler .
Kişilere yetki veren ve ödev yükleyen veya sadece ödev yükleyen bu kurallara toplumsal davranış (sosyal düzen) kuralları denir.
Toplumsal davranış kurallarının (sosyal düzen kurallarının) kapsamına hukuk, ahlâk, din ve görgü kuralları girer.
Bütün bu kurallar birbirine geçmiş gibi görünseler de, temelde bu kurallarla hedeflenen amaç, kişilerin davranışlarını belli bir düzene bağlama ve dolayısıyla toplumda bir düzeni yaratma olsa da, bir başka deyişle kuralların amaçları arasında bir aynilik, bir benzerlik bulunsa da, kurallar arasında önemli farklılıklar vardır.
Sosyal Düzen Kurallarının Türleri
Din Kuralları
Ahlak Kuralları
Görgü Kuralları
Hukuk Kuralları
II. HUKUK KURALLARI İLE AHLÂK, DİN, GÖRGÜ KURALLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ
A. Ahlâk Kurallarıyla Hukuk Kuralları Arasındaki İlişki
1) Genel Olarak:
Gerek ahlâk, gerek hukuk kuralları insan davranışlarını yönlendirmek için öngörülmüştür ve insan davranışlarını düzenlemeyi amaçlamaktadır ; bu nedenle normatif niteliktedir. Ahlâk kuralları "iyi" davranışın, hukuk kuralları ise "haklı" davranışın ne olduğu sorularına cevap verir. İyi ve kötü arasındaki ayrım ahlâk kurallarını gerektirir.
Batı Avrupa hukuk düşüncesinde, hukuk düzeni ve ahlâk düzeni birbirinden bağımsızdır. Bu iki düzen birbirleriyle kesişen iki daireye benzer.
Hukuk düzeniyle ahlâk düzeni yer yer çakışır; fakat birbirinin simetriği değildir.
Çakışan kısım dışında kalan alanda, hukuk kurallarını ilgilendirmeyen ahlâk kuralları ve ahlâk kurallarını ilgilendirmeyen hukuk kuralları yer alabileceği gibi, hukuk düzeni, ahlâk düzenine ters düşen kurallar da öngörebilir.
Örnek:
Ahlâk ve hukuk kurallarının çakışması: Ahlâk kuralları, kişilere, yardıma muhtaç olanlara yardım etmesini emreder. Medeni Kanun'un 364‘üncü maddesinde "Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür" demektedir.
Örnek 2:
Ahlâk ve hukuk kurallarının birbirine ters düşmesi:
Bir kimsenin üvey anasına yardım etmemesi ahlâk kuralları açısından tasvip edilmez. Fakat böyle bir davranış hukuka aykırı olarak nitelenemez.
Örnek3: Hukuk kurallarının ahlâk kuralları açısından önem taşımaması:
Karayolları Trafik Kanunu'nda, motorlu araçların yolun sağın dan gitmesini öngören normlar, ahlâk kurallarını ilgilendirmez.
Ahlâk ve hukuk düzeni arasındaki bu ayrım Roma hukukundan gelmiştir. Roma hukukunda dürüst yaşama, ahlâki bir durumu açıklarken, başkasına zarar vermeme, bir hukuki yükümlülüğü ortaya koymaktadır.
Ahlâk, doğru değerlere ilişkin müşterek inançla ortaya çıkar. Bir davranış, bir değer sistemine uygun düşüyorsa, ahlâken iyi (doğru); davranış, bu değer düzeni ile çatışıyorsa, kötü (yanlış) dür. Toplumda hâkim olan ahlâk kuralları iyi ve kötüye ilişkin görüşler, zaman içinde değişirler.
Örnek: Birkaç sene önce, evlilik dışı birlikte yaşama ahlâka aykırı kabul ediliyordu. Bugün özellikle büyük şehirlerde bu şekilde yaşama ahlâka aykırı sayılmamaktadır.
Diğer yandan, çevrenin korunmasına karşı bir davranış önceleri ahlâka aykırı bulunmazken, bugün böyle bir davranış küçük bir çevrede de olsa ahlâka aykırı olarak değerlendirilmektedir
Ahlâk kuralları genellikle ikiye ayrılıp incelenir: Sübjektif ahlâk ve objektif ahlâk:
Sübjektif ahlâk, bir kimsenin kendisine karşı olan ödevlerine ilişkindir.
Objektif ahlâk ise, kişinin diğer kişilerle arasındaki ilişkilerini yönlendiren kurallardan oluşur.
Örnek:
İçini temiz tut, başkaları hakkında kötü düşünme şeklindeki kurallar sübjektif ahlâkla,
fakirlere yardım et , verdiğin sözü tut gibi kurallar objektif ahlâkla ilgilidir.
2) Hukuk Kuralları ile Ahlâk Kuralları Arasındaki Farklar:
(1)- Kapsam Açısından
(2)-Yükümlülük yüklemesi ve yetki vermesi açısından
(3)-Yaptırım açısından
(4)-Yazılı olup olmamaları açısından
KAPSAM AÇISINDAN
Ahlâk kuralları sübjektif ve objektif ahlâkı içine aldığı için, hukuk kurallarının kapsamından daha geniş bir kapsama sahiptir.
Çünkü, hukuk kuralları kişinin kendi vicdanına karşı olan kuralları içermez; sadece, kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler.
Bu itibarla kapsamı, ahlâk kurallarına göre daha dardır.
Bununla beraber hukuk kuralları ahlâk kurallarının kapsamına girmeyen hususları da içerir.
Meselâ, ticaret sicilinin, tapu sicilinin tutulmasının ahlâk kuralı ile bir bağlantısı yoktur.
(2)Yükümlülük yüklemesi ve yetki vermesi açısından
Ahlâk kuralları kişiye sadece yükümlülük yükler, yetki vermez.
Halbuki hukuk kurallarının bir kısmı yükümlülük yüklerken, diğer bir kısmı yetki verir.
(3) Yaptırım Açısından
Ahlâk kurallarının yaptırımı insanın vicdanın sesidir veya toplumun kişiyi ayıplaması, onunla ilişkileri kesmesi, onu kınamasıdır.
Kısaca ahlâk kurallarına aykırı davranışın yaptırımı manevidir. Halbuki hukuk kurallarının yaptırımı devlet gücüdür.
(4)-Yazılı olup olmamaları açısından
Ahlâk kuralları yazılı olmayan kurallardır. Hukuk kuralları ise çoğunlukla yazılı kurallardır.
Türk kanun koyucusu bazen pozitif hukuk kuralları içinde ahlâk kurallarına yollama yapmıştır. Bu durumda ahlâk kuralları o konuda, hukuk düzenin bir parçasıdır; bir hukuk kuralıdır.
Örnek:
Kanunda bir sözleşmenin muhtevasının ahlâka aykırı olmaması zorunluluğu öngörülmüştür (BK. 20). Aynı şekilde ahlâka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kimse, zararı tazminle yükümlü tutulmuştur (BK. 41/II).
Yine Borçlar Kanununda ahlâka aykırı bir amacın sağlanması için verilen şeyin geri istenemeyeceği öngörülmüştür (BK. 65).
B.Din Kuralları ile Hukuk Kuralları Arasındaki İlişki
1) Genel Olarak:
Toplumda kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen, kişi davranışlarını yönlendiren kuralların bir kısmı da din kurallarıdır. Din , evreni yaratan ve yöneten insan üstü ilâhi bir varlığa inanmayı ve ona ibadet etmeyi emreder. İnsanların Tanrı ile olan ilişkilerini düzenler.
Bununla beraber, bütün dinler insanların sadece Tanrı ile olan ilişkilerini değil, insanlar arasındaki ilişkileri de düzenleyen hükümleri (emir ve yasaklar) içerir.
Bir diğer deyişle, dinler hem uhrevî (öteki âlem) hem de dünyevî ilişkileri düzenler. Din kuralları kişiler arasındaki ilişkilerde bazı kurallara uyulmasını istemesi bakımından, hukuk kurallarına benzerlik gösterirler.
İslâm Hukukunu, İslâm dininin kaynaklarında arayıp, islamiyet esaslarına göre kuran bilime, İlm-i Fıkıh denir.
Fıkıh ilminin belirlediği hukuk kurallarının bütünü de şeriatı oluşturur.
Örnek:
Hırsızlık, adam öldürme, zina, din kurallarınca yasaklanmıştır.
Aynı şekilde hukuk kuralları da bu tip davranışları hukuka aykırı davranışlar olarak kabul etmiş ve bu davranışları tasvip etmediğini hukuk kuralları ile açıkça belirtmiştir.
Lâik hukuk düzenlerinde, hukuk kuralları ile din kuralları arasında yollama biçiminde bir ilişki yoktur.
29 Ekim 1923 günü Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmiş olan Cumhuriyeti ilân eden 364 no'lu Kanun'un 2'nci maddesinde "Türkiye Devletinin dini, din-i islâmdır." denmektedir.
20 Nisan 1340 (1926) tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 2'nci maddesinde de aynı kural tekrarlanmıştır. Bu hüküm 10 Nisan 1928 t. ve 1222 no'lu Kanunla Türk Anayasasından çıkarılmıştır. 5 Şubat 1937 t. ve 3115 no. Kanun ile Anayasanın 2'nci maddesiyle "lâiklik ilkesi" benimsenmiştir. Aynı kural, 1961, 1982 tarihli Anayasaların 2'nci maddesinde muhafaza edilmiştir.
1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu, Türkiye'de dinsel hukuk düzeninden, lâik hukuk düzenine geçişi sağlayan Kanunlar arasında çok önemli bir yer işgal etmektedir.
Medeni Kanunda din ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Bunun amacı din kurallarının hukuka aktarılması değil, dini inanç özgürlüğünün kuvvetlendirilmesidir.(Dini inanç özgürlüğü, 1982 tarihli Anayasa'nın 24'üncü maddesinde düzenlenmiştir. Aynı kural 20.9.1971 tarihli ve 1488 no.lu Kanunla 1961 tarihli Anayasa'nın 19'uncu maddesinde de yer almıştır.)
Örnek:
"Evlendirme töreni biter bitmez evlendirme memuru eşlere bir aile cüzdanı verir.
Evlenmenin geçerli olması dini törenin yapılmasına bağlı değildir”(MK.143).
Örnek
“Çocuğun dini eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir.
Ana ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir.
Ergin dinin seçmekte özgürdür” (MK. 341)
2) Din Kuralları ile Hukuk Kuralları Arasındaki Farklar:
(1)–Din kuralları Tanrı'nın emri olduğu için statik kurallardır. Zaman içinde değiştirilmesi düşünülemez. Hukuk kurallarıysa insan aklının eseri olduğu için dinamik kurallardır; İhtiyaçlarına uygun olarak değiştirilebilir.
(2)–Din kurallarının yaptırımı uhrevîdir. Allah korkusudur; cehennem azabıdır. Halbuki hukuk kurallarının yaptırımı devlet gücüdür.
(3)–Din kuralları bir taraftan uhrevî ilişkileri, diğer taraftan dünyevî ilişkileri düzenler. Halbuki hukuk kuralları sadece kişiler arasında ki ilişkilerin bir kısmını düzenler.
C. Görgü Kuralları İle Hukuk Kuralları Arasındaki İlişki
Görgü kuralları da toplum hayatında kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen, uyulması gereken kurallardır. Görgü kuralları kişilerin nasıl davranması gerektiğini düzenler.
Örnek: Misafir ağırlamayla, resmi davetlerdeki kıyafetlerle, tanıkların birbiriyle karşılaştıklarında selâm vermeleriyle ilgili kurallar
Görgü kuralları toplumun tümünü veya bir bölümünü ilgilendirir.
Görgü kuralları zaman içinde değişebilir. Görgü kurallarının temelinde süresiz olarak geçerli bir değer sistemine dayanması zorunluluğu yoktur. İyi ve kötü görgü kuralları vardır; fakat görgü kuralı doğrudan doğruya davranışın iyi veya kötü olduğunu ifade etmez.
Örnek: Önceleri yemeği büyük bir şapırtı ile yemek görgü kuralı sayılmakta; hatta ev sahibine bir iltifat olarak görülmekte idi. Böylece yemeğin lezzetli olduğu vurgulanırdı.
Görgü kurallarına aykırı bir davranış, sosyal bir baskı ile karşılaşır
Örnek: Bugün yemeği şapırdatarak yemek, sofra âdabına uygun düşmemektedir. Bu şekilde yemek yemesi halinde, kişinin sosyal baskıyla karşılaş ması tabiidir. Meselâ, kendisine ayıplayıcı, horlayıcı şekilde bakılması, masada kendisi ile konuşulmaması gibi. Böyle bir sosyal baskı haklı kabul edilmektedir. Kişinin davranışı da "görgüsüz", "çirkin" gibi sıfatlarla nitelendirilir.
Zaman içinde bazı görgü kurallarının hukuk kuralı haline dönüşmesi çok sınırlı olsa da mümkündür
Örnek: Türkiye Cumhuriyetinin devlet ve dışişleri protokolünü düzenleme ve yürütme görevi, bir kanun ile Dışişleri Bakanlığına verilmiştir. Çoğu zaman devlet protokolü yönetmelikle düzenlenir
Örnek: Askerlerin birbirlerine selâm vermek mecburiyeti kanunla düzenlenmiştir. Hosteslerin de belli bir kıyafet giyme mecburiyetleri vardır.
2) Görgü Kurallarıyla Hukuk Kuralları Arasındaki Farklar :
(1)–Görgü kuralları, kişilerin karşılaştıklarında uymaları gerekli belirli davranış biçimlerini düzenler.
Özellikle aynı çevreye mensup kişilerin karşılaştıkları zamanki davranış biçimlerini öngörür. Bu kurallara uyulması daha dar çevrelerde sözkonusu olur. Hukuk kuralları ise ülkenin tümünde geçerli olan davranış kurallarıdır.
(2)–. Görgü kuralları yazılı olmayan kurallardır
Hukuk kurallarının büyük bir çoğunluğuysa yazılı kurallardır. Hukuk kurallarının yazılı olanları da, yazılı olmayanları da (örf ve âdet hukuku) belli, tespit edilmiş kurallardır.
(3)–Görgü kuralları insanlara sadece yükümlülük yükleyen kurallardır.
Halbuki hukuk kuralları kişilere aynı zamanda yetki veren kurallardır.
(4)–Görgü kurallarının yaptırımı toplumdaki bir takım değer hükümleridir.
Kişinin "görgüsüz", "kaba", "nezaketsiz" olarak nitelendirilmesi gibi.
Halbuki hukuk kurallarının yaptırımı devlet gücüdür.
HUKUK KURALLARI
İnsanların oluşturduğu toplum, mutlaka bir düzene dayanmalıdır. Bu düzenin temelini de hukuk kuralları oluşturur. Hukuk düzeni bulunmayan bir toplum düşünmek imkansızdır.
Toplumun olduğu (insan topluluğunun olduğu) her yerde hukuk vardır. (Ubi sociates ibi ius)
Hukuk, ancak bir toplum içersinde ve bir toplum için düşünülebilir. Hukukun varlığı için, hukuk kurallarına aykırı bir davranış olanağının bulunması gerekir.
Tek bir kişinin ihlâl edebileceği bir hak olmadığı için, bu kişinin aykırı davranabileceği bir hukuk kuralı da olamaz.
Hukukun Tanımı
1- Hukuk hak kavramının çoğuludur
2-Hukuk halk arasında iyi ilişkileri ifade eder (onunla hukukumuz eskidir)
3-Hukuk bir davanın türünü belirtmek için kullanılır (hukuk davaları, hukuk mahkemeleri)
4- Teknik anlamda hukuk
Hukukun tanımı
(Amaç ve kaynak)
“Hukuk, toplumun genel yararını ve bireylerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak amacıyla yetkili makam tarafından konulmuş ve Devlet yaptırımıyla donatılmış sosyal kurallar bütünüdür”
Hukuk
(Biçimsel Tanımlama)
Toplum hayatında kişilerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulması kamu gücü ile desteklenmiş bulunan sosyal kurallar bütünüdür
Teknik Anlamda Hukukun Tanımı
“Örgütlenmiş bir toplum içinde yaşayan insanların birbirleriyle veya kişilerin yine kendilerinin meydana getirdikleri topluluklarla ve bu toplulukların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen,
kişilerin hukuki güvencesini ve insan haklarını sağlamak amacıyla oluşturulan ve
devlet gücü ile desteklenen,
bağlayıcı, genel ve devamlı hukuk kurallarının bütünüdür.”
Hukukun Görevi (Varlık Sebebi)
Toplum içinde yaşayan insanların aralarında kurarak gerçekleştirdikleri ilişkiye toplumsal ilişki veya sosyal ilişki denir.
Hukukun amacı bu ilişkilerin bir kısmını düzene bağlamaktır.
Hukuk bu yolla:
Hukuk
1-Toplumda Barışı Sağlar
2-Toplumda Hukuksal güvenliği sağlar
3-Toplumda adaleti sağlar
4-Toplumda Oluşum ve gelişimlere cevap verme görevini yerine getirir
I- Hukuk toplumda barışı sağlar
Hukuk toplumdaki güçleri sınırlar, bu güçler arasında denge sağlar, çıkar çatışmalarını güven, eşitlik ve özgürlük içinde bir rekabete çevirmeye çalışır.
Böylece kişilerin maddi ve manevi varlıklarının gelişimi ve toplum barışı sağlanmış olur.
II-Hukuk toplumda hukuksal güvenliği sağlar
Herkesin bağlı olacağı kuralı bilmesinde, davranışlarını ona göre ayarlamasında büyük yarar vardır.
Hukukta şekilcilik (formalizm)ve açıklık (aleniyet) ilkeleri toplumda güven duygusunu sağlamak için öngörülmüştür.
III-Hukuk Toplumda Adaleti Sağlar
Hukukun temel görevleri arasında
Adaleti sağlamak gelir
Terazisiz kılıç kaba kuvvet Kılıçsız terazi hukukun aczi anlamına gelir
Adaletin sağlanması hukuku iki yönden ilgilendirir
1- Adil kurallar koyularak objektif adalete uygun düzen sağlanmış olur
2-Hukuk düzeninin uygulanmasında adaletli olunur
Bu nedenle hukuk adalet bilimi olarak tanımlanır
A-Adalete ilişkin düşünceler
Aristoteles’e göre adalet
1- Geniş anlamda adalet= fazilet (bilgi ve ahlak). Fazilet, akıl yolu ile ifrat, ile tefrit arasındaki en doğru yolu bulmaktır.
2- Dar anlamda adalet: İnsanın dünya nimetlerini paylaşırken ne kendine ne de başkalarına zarar verecek şekilde hareket etmesidir.
a- Denkleştirici b- Paylaştırıcı
Denkleştirici adalet-paylaştırıcı adalet
Denkleştirici adalet: kişilerin kendi aralarındaki ilişkilerini düzenler.
Özellikle eşya ve hizmetlerin değiş tokuşunda uygulanır. Bu değiş-tokuşta bir aritmetik eşitlik düşüncesi benimsenir.
Buna göre edim ile karşı edim arasında bir eşitlik varsa denkleştirici adalet gerçekleşmiştir. Denkleştirici adalet , genç ya da yaşlı , zengin ya da fakir olmasına bakılmaksızın herkesin eşit işleme tabi tutulmasını öngörür.
Ancak denkleştirici adalet aynen uygulandığında her zaman adil davranılmış olmaz. Çünkü kişiler ehliyetleri, bilgi ve yetenekleri açısından birbirinden farklıdır.
Paylaştırıcı (dağıtıcı) adalet
Orantılı bir adalet düşüncesine dayanır
Bu düşünce gereğince, gereksinimleri, yetenekleri ve olanakları bakımından eşit durumda olmayanlara eşit davranılmamalıdır. Çünkü farklı durumdaki kişilere eşit davranmak eşitliğin çiğnenmesidir. Herkesin hakları meziyet ve başarısı ile, görevleri de ehliyet ve yeteneği ile orantılı olmalıdır.
Örneğin herkes yeteneği ve katkısı oranında ücret almalı, gelir vergisi geliri daha çok olandan daha fazla alınmalıdır.
B-Adaletin Nasıl Sağlanacağı Sorunu
1- Ortak yarar kıstası ile adalet sağlanabilir
2- İnsan hakları bildirgesinde belirtilen temel haklar iç hukuka aktarılarak adalet sağlanabilir.
Bireysel insan haklarına dayanan adalet kavramı (19.yy)
Sosyal adalet ilkesine dayanan insan hakları
Sosyal adalet
Sosyal adalet, “ortaklaşa iyi”nin gerçekleştirilmesi amacını güder. Toplumdaki hak ve ödevlerin belirlenmesinde kıstas bütünün iyiliği “ortaklaşa iyi” dir.
Buna göre her kişi sırf kendi yetenek ve özelliklerine göre hakettiği değil aynı zamanda bütünün bir parçası olarak kendisine düşen hak ve ödevler belirlenir. Böylece zayıfların korunduğu bir düzen kurulur.
C-Adaletin gerçekleşmesinde hakkaniyetin rolü
Kanun koyucu adaletin gerçekleştirilmesi için hakkaniyet ilkesini kabul etmiştir (MK 4/BK 44)
Adalet de hakkaniyet de ahlaka yöneliktir, ancak ikisi arasındaki düşünce farklıdır.
Adalet- Hakkaniyet İlişkisi
Adalet hukuk kurallarına egemen en yüksek ahlaki düşünceyi ifade ederken, hakkaniyet somut olayın özelliklerini göz önünde tutarak adalete ulaşmak için başvurulan yollardan biridir (somut olay adaleti).
Hakkaniyet adil olmayan kuralın değil, adil olmayan sonuçların değiştirilmesi amacına hizmet eder.
Hukukun Temeli Hakkında Görüşler
1- Hukuku Bilinçli İrade Ürünü Sayan Görüşler
a) Tanrısal İrade Kuramı
b) Beşeri İrade Kuramı
aa) İradeci Pozitivizm
bb) Normcu Pozitivizm
c) Genel İrade veya Toplumsal Sözleşme Kuramı
2- Hukuku İrade Dışı Sayan Görüşler
Doğal Hukuk Kuramı
Tarihçi Hukuk Kuramı
Sosyolojik Hukuk Kuramı
1- Hukukun temelini bilinçli bir iradenin ürünü sayan görüşler
Bu görüşler de kendi aralarında farklı çerçevelerde değerlendirilmektedir.
Hukukun temelini iradeye bağlayan bu görüşler iradenin kaynağı olarak bazan tanrısal iradeyi bazan beşeri iradeyi bazan da genel iradeyi göstermektedirler.
A-Tanrısal İrade Kuramı
Tanrısal irade taraftarlarına göre evrendeki tüm varlıklar gibi hukuk da tanrı tarafından yaratılmıştır.
Hukukun konulması gibi değiştirilmesi ve konulması da tanrının iradesine bağlıdır.
Tanrı koyduğu hukuk kurallarını peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirir.
Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an’ı Kerim’in hukukun kaynağı konusunda benimsediği doktrin tanrısal irade doktrinidir. Bu düşünce hukukun kaynağını irade dışı olgularda arayan kuramlardan doğal hukuk anlayışında bir yaklaşım tarzı olan ve dini ilahi iradenin ürünü sayan görüşle benzeşmektedir. Ancak bu iki düşünce arasında temel bir fark da vardır. Buna göre tanrısal irade kuramı da metafizik bir nitelik taşımasına karşılık hukuku açıklayış şekli itibariyle diğer pozitivist kuramlara benzer. Bu anlamda hukukun tanrısal iradeden de kaynaklansa “konulmuş” (pozitif) bir şey olduğunu söyler. Doğal hukuk görüşüne göre ise hukuk bilinçli bir iradenin ürünü olmayıp, konulmuş (vazedilmiş) bir şey değildir.
Tanrısal irade kuramı tanrının varlığı hipotezine dayanıp, hipotezin kanıtlanması ya da çürütülmesi bilimsel uğraşın alanına girmediği ve ayrıca bu kuramın benimsediği hukuk sistemi teokratik nitelikte olduğu için kabul edilemez. AY md. 2 gereğince TC laik bir devlettir. Bu da ülkemizde hukukun kaynağının tanrısal irade olamayacağı anlamına gelir.
B- Beşeri İrade Kuramı
Bu kurama göre hukuk iradenin ürünüdür. Ancak hukukun temelinde bir ya da birden çok kişiden oluşmuş organın iradesi yatar. Bu kuramın da birbirinden nitelik olarak farklı açıklanış biçimleri vardır. Bunlardan birincisi iradeci pozitivizm diğeri de normcu pozitivizm olarak adlandırılır.
İradeci pozitivizm
İradeci pozitivizmde bir yandan hukukun iradenin ürünü olduğu bir yandan da pozitivist yani konulmuş olduğu vurgulanır. Buna bağlı olarak hukukun temelini bu irade tarafından konulmuş olduğu ileri sürülür. Ancak hukuku koyan bu iradenin niteliği hakkında görüş birliği yoktur. Kimine göre bu irade devlet, kimine göre siyasi iktidar kimine göre ise ekonomik iktidardır.
Bu kuram taraftarlarından John Austin hukuku iradeci bir şekilde “egemenin emri” olarak tanımlamıştır. Buna göre “egemen”, siyasal bağımsızlığa sahip bir toplumda herkesin kendisine itaat ettiği , ama kendisinin hiç kimseye itaat etmediği kişidir. Bu aslında Tanrı’yı, hükümdarı ya da modern yasa koyucuları içine alan bir formülasyondur. Buna göre hukuk kim olursa olsun “egemen”in ürünüdür.
Normcu pozitivizm
Normcu pozitivizm de iradeci pozitivizm gibi hukukun kendiliğinden oluşmuş, yaratılmış bir şey olmayıp konulmuş (pozitif) olduğunu kabul etmekle birlikte, devletin iradesi ya da egemenin iradesi gibi bir kavrama başvurmaksızın hukukun kaynağının yine hukuk olduğu görüşünden hareket ederler.
Bu düşüncenin en önemli taraftarlarından Kelsen’e göre hukuk normlardan oluşmuş bir düzendir. Bir hukuk kuralının temelinde daima bir başka hukuk normu bulunur. En üst normun temelini ise Grundnorm (temel norm) oluşturur. Buna göre temel norm varsayımsaldır (farazi, hipotetik) ve bunun bir yaratıcısı yoktur.
Bu düşünce, anayasanın altında yer alan normların kaynağını açıklayabilmektedir. Ancak normcu pozitivizm anayasanın temeli sorusuna doyurucu yanıt verememektedir. Çünkü anayasalar “kurucu iktidar”ların ürünüdür ve bu iktidarlar herhangi bir norma bağlı olmaksızın anayasayı meydana getirirler. Buna bağlı olarak hukukun temelini açkılayan düşünce olarak, anayasanın altındaki normlar açısından normcu pozitivizmi anayasanın temeli açısından da iradeci pozitivizmi kabul etmek uygun görünmektedir.
C-Genel İrade veya Toplumsal Sözleşme Kuramı
Bu kuramın temsilcileri insanların doğal bir ortamdan hukuksal bir ortama geçerken kendi iradeleri ile hukuku yarattıkları düşüncesindedirler.
Görüşün temsilcileri Thomas Hobbes, John Locke ve Jean Jacques Rousseau’dur.
Bu düşünceler laik ve realist olmasına karşılık bir varsayıma dayandığı için eleştirilmiştir.
1-Hobbes
Hobbes’a göre doğal yaşam döneminde savaş, kargaşa , didişme vardı.
Bu dönemde insan insanın kurdu (homo homini lupus) idi ve herkesin herkesle savaşı (bellum omnium contra omnes) söz konusu idi. İlerlemenin yapılamadığı bu dönemde, kargaşadan bıkan insanlar düzeni ve barışı sağlamak için kendi aralarında bir anlaşma yaptılar ve bu sözleşme ile kendi özgürlüklerini Leviathan’a (dev, ejderha) devrettiler.
Burada Leviathan ile kastedilen Devlettir. Toplumsal sözleşme ile bireyler devletin koyacağı kuralları kabul etmişlerdir. Buna bağlı olarak hukuk, doğal yaşam halinde bulunan bireylerin düzeni sağlamak için yaptıkları bu toplumsal sözleşmeden doğmuştur.
Kişilerin özgürlüklerini Leviathan’a devretmişlerdir. Leviathan’nı tek görevi ise düzen sağlamaktır. Bu anlayıştaki sistem özgürlükçü değil otoriterdir. Hukukun temelindeki sözleşme tek taraflıdır, dolayısıyla Leviathan’ı bağlamaz ve devlet istediği zaman hukuku değiştirebilir.
2-John Lock
2-John Lock’a göre ise doğal dönemde barış ve özgürlük vardı. İnsanlar mutlu bir yaşam sürüyordu.
Bu dönemin eksikliği suç işleyen kişileri cezalandıracak bir organizasyondu. İşte bu eksikliği giderip suç işleyen kişileri cezalandırmak için insanlar aralarında bir anlaşma yaptılar. Bu sosyal sözleşme ile insanlar cezalandırma haklarını kurdukları bu organizasyona (devlete) devrettiler. Devlet suç işleyenleri cezalandıracak kurallar koydu ve suç işleyenleri cezalandırmaya başladı. Böylece de hukuk doğmuş oldu.
Ancak insanlar cezalandırma yetkisi dışındaki yetkilerini devlete devretmediler. Dolayısıyla bu hukuk anlayışında bireyler suç işlemedikçe onlara müdahale edilemez. Bu yüzden Lock’un hukuk anlayıcı otoriter değil özgürlükçüdür.
Bu anlayış gereğince, bireylerin devletle yaptıkları anlaşma sadece bireyleri değil aynı zamanda devleti de bağlar. Devlet hukuka uymazsa bireylerin direnme hakkı doğar.
3-Jean –Jacques Rousseau
Jean –Jacques Rousseau da Hobbes gibi doğal yaşamda insanlar arasında eşitlik, barış ve mutluluğun olduğunu savunur.
Ancak özel mülkiyetin ortaya çıkması ile bu mutluluk ortadan kalktı ve artık doğal yaşamda huzur kalmadı. Bu düzeni yeniden kurmak için insanlar aralarında anlaştılar .
Rousseau bu anlaşmaya sosyal sözleşme (contrat social) ve bu anlaşma ile oluşan iradeye “genel irade (volante generale) der. İşte hukuk bu genel iradenin ürünüdür
II- HUKUKU İRADE DIŞI SAYAN GÖRÜŞLER
Bu görüş yandaşları hukuku bilinçli bir iradenin ürünü saymazlar.
Onlara göre hukuk bir varlık tarafından önceden düşünülmüş ve tasarlanmış bir şey değildir.
Bu düşünce hukuku kendi kendine oluşmuş bir kavram olarak kabul eder ve
doğal hukuk akımı,
tarihçi okul akımı ve
sosyolojik hukuk akımı
olarak çeşitli anlayışları içinde barındırır. .
1-Doğal hukuk, en geniş anlamıyla “doğanın hukuku”, yani doğadan “kaynaklanan hukuk” anlamına gelir. Ancak bu doğadan kaynaklanan hukuk kavramındaki “doğa” deyimine verilen anlam yüzyıllar içinde değişikliğe uğramıştır.
a-İlk çağda doğal hukuk kavramı kendi özgül anlamında kullanılmaktadır. Yani doğal hukuk doğadan kaynaklanan, doğanın hukuku anlamındadır. “Doğa” doğal düzen demektir ve doğanın düzeni (fusis) toplumsal düzene (nomos) uygulanmalıdır. Kadim doğal hukuk anlayışına göre hukukun kaynağı doğal düzende bulunur ve insan doğası da fiziksel ve biyolojik doğaya (tabiata) tabidir.
Kallikles’e göre doğada kuvvetli olan hayvanlar daha güçsüz olanları yenip yok ederek yaşamaktadır. Doğa da insana aynı şeyi emretmektedir.
Aristo ve Ulpianus tarafından da benimsenen doğal hukuk anlayışına göre hukukun temeli biyolojik tabiattır.
b-Ortaçağda, doğal hukuktan, ilahi düzenin kuralları yani dini hukuk anlaşılmıştır. Aziz Augustinus doğal hukuku “Tanrının ifadesi olan ebedi bir kanun” olarak tanımlar. Bu düşünür en ünlü eseri De Civitea Dei (Tanrı Devleti) de dinsizlerin ve din yolundan sapanların cezalandırılmasını önermektedir. Bu önerisi ilk defa 1183 de İtalya’da kurulan Engizisyon Mahkemeleri’nde uygulama alanı bulmuştur.
Bu dönemin bir diğer önemli temsilcisi de Thomas Aquinas’tır. Kendisine ortaçağın Aristo’su denilen bu düşünür, insani kanunların ilahi ve ebedi kanunlara uyması gerektiğini söyler. Ona göre ebedi kanunlar evreni yaratan ve yöneten kanunlardır. Bu kanunlar ilahi iradeyle ifade edilir. Dolayısıyla hukukun kaynağını beşeri irade değil ilahi irade oluşturur.
c-Yeni çağda ise doğal hukuk laikleşerek içerik değiştirmiş ve akli hukuk anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Buna göre hukuk insan aklının ürünüdür. Buradaki akıl genel ve soyut anlamda “beşeri aklı” yani insanın “akli tabiatı”nı ifade etmektedir.
Bu görüşün temsilcilerinde Hugo Grotius “De Jure Belli et Pacis” (Savaş ve Barış Hukuku) adlı eserinde insanlarda akla göre yaşama içgüdüsü olduğunu bu içgüdünün de hukukun kaynağını oluşturduğunu ifade eder. Bu düşünüre göre bütün insanlığı kapsayan ve değişmez bir takım doğal hukuk kuralları vardır. İnsan aklının doğası gereği insan iyiyi ve kötüyü ayırt edebilir. Hukuk işte insan aklının böyle bir emridir.
Grotius insanın akılsal doğasından kaynaklanan doğal hukuk kurallarına örnekler
vermektedir. Bunların başında pacta sunt servanda (ahde vefa) ilkesi gelir. İnsan aklı verilen sözün tutulmasını emretmektedir.
Bunun gibi kişinin sahip olduğu şeyler üzerindeki hakkına herkesin saygı göstermesi , herkesin kusuru ile sebep olduğu zararı tazmin etmesi, herkesin başkasına ait şeyleri sahibine vermesi, herkese hak ettiği cezanın verilmesi doğal hukuk kurallarıdır. Bunlar akla uygun oldukları için geçerlidir ve insan aklının doğasından kaynaklanır.
Grotius’a göre Tanrının varlığı ya da yokluğu bu kuralların uygulanmasından bağımsızdır. Doğal hukukun emirleri Tanrının da emirleri, yasakları Tanrının da yasaklarıdır . Hatta tanrı bile doğal hukuku değiştiremez. Böylece Grotius doğal hukuku laikleştirmiştir.
2- Tarihçi Hukuk Kuramı
2- Tarihçi Hukuk Kuramı , da hukuku bilinçli bir iradenin ürünü olarak görmez. Hukuk tarihsel süreç içinde kendiliğinden yaratılmıştır. En önemli temsilcisi Friedrich Carl von Savigny dir. Savigny’ye göre hukuk “halk ruhu”ndan doğar (Volksgeist). Hukuk da tıpkı dil gibi kendiliğinden doğar ve gelişir. Nasıl dil kendiliğinden doğup gelişiyor, dil bilimcileri gerçekleşen bu gelişme üzerine dilin ilkelerini ve kurallarını tespit ediyorlarsa hukuk da kanun koyucunun eseri olmayıp halk ruhunun bilinçsiz bir ürünüdür. Savigny kanunlaştırmaya karşıdır. Ona göre kanunlaştırma hukuku kalıplara sokmak, halk ruhundaki doğal gelişimini engellemektir. Gerçek hukuk örf ve adet hukukudur. Hukuk evrensel olamaz.
3- Sosyolojik Hukuk Akımı
Sosyolojik Hukuk Akımı, hukukun kaynağı konusunda kanun koyucunun iradesini de insan aklını da kabul etmemektedir. Hukukun kaynağı toplumsal ilişkilerde bulunan “toplumsal gerçeklikte”dir. Bu düşünce hukuki pozitivizmin şekli (biçimsel) hukuk anlayışını reddeder. Hukuk sosyolojisi alanındaki çalışmalardan hem yararlanmış hem etkilenmiş olmakla birlikte, bu akım hukuk sosyolojisinden farklıdır. Bu akım, hukuku sosyal hayattaki etkinliği bakımından ele almış, hukukun yöneldiği amaçları da göz önünde bulundurarak somut gerçekliğin gereklerine ve değerlerine uygun bir hukuk teorisi oluşturmak iddiasını taşır. En önemli temsilcileri Ehrlich, Pound ve Duguit’dir.
IV-Hukukun oluşum ve gelişimlere yanıt verme görevi
1- Hakimin hukuk yaratması
2-Hakimin takdir yetkisi
3- Dürüstlük kuralları
4- Hakkın kötüye kullanılması yasağı
HUKUK KURALLARI -HUKUKİ KURUMLAR- HUKUK DÜZENİ- HUKUK SİSTEMİ
Hukuk kuralları:Toplum içinde kişi davranışlarını düzenleyen ve uyulması devlet gücü ile (yaptırım) sağlanmış kurallardır
Hukuki kurumlar: Aynı amaca yönelik hukuk kurallarının oluşturduğu bütün.
Hukuk düzeni: yürürlükteki hukuk kurallarının tümünün getirdiği yetkiler, izinler, yasak ve emirlerin toplamıdır (Türk Hukuku, AB Hukuku)
Hukuk Sistemi: Bir hukuk düzeninin toplumun kendi sosyal, ekonomik, politik gereksinimlerine ve sosyal yaşantısına cevap vermek için esinlendiği büyük sistemler.
BÜYÜK HUKUK SİSTEMLERİ
1- Roma- Cermen Hukuk sistemi
2- Common Law
3- Dini Hukuk sistemi
4- Sosyalist hukuk sistemi
HUKUK KURALLARININ UNSURLARI VE ORTAK NİTELİKLERİ
Hukuk kurallarının unsurları
1-Talep normları: Kişilerin davranışlarına veya ilişkilerine bağlı olarak bazı emirler, yasaklar, izinler ve yetkiler içerir. Bunlar doğrudan doğruya bir davanın temelini oluşturur.
2-Yardımcı normlar: Talep normlarını daha yakından belirleyen, tamamlayan sınırlayan veya değiştiren normlardır.
HUKUK KURALLARININ HUKUKSAL NİTELİKLERİNE GÖRE AYRIMI
Emredici Kurallar
Yedek Kurallar
Tamamlayıcı kurallar
Yorumlayıcı kurallar
Tanımlayıcı kurallar: Bir hukuki kavramın, kurumun hangi anlama geldiğini açıklayan kurallardır:
Örnek: MK 13 ayırdetme gücünü tanımlar
EMREDİCİ KURALLAR
Amacı
Kamu düzenini korumak
Ahlak kurallarını korumak
Zayıfları korumak
Niteliği
Kanunla kuralın emredici olduğu belirtilenler
Açıkça emredici olduğu belirtilmeyenler
Ör:Adam öldürmek yasaktır.bir kişinin kendini öldürtmek için yapacağı ant. geçersizdir.Böyle bir ant. yı gerçekleştiren kişi ceza kanununun ilgili maddesiyle cezalandırılır.
Yedek Kurallar
Tamamlayıcı Kurallar: Taraflar yaptıkları anlaşmada birinci derecedeki noktalarda anlaşmış, ikinci derecedeki nokta-larda anlaşmamışlar ve bu noktaları tamamlayan bir hukuk ku-ralı varsa bu kurallar uygulanır. Bunlar tamamlayıcı kurallardır.
Örnek: Yasal faiz, yasal mal rejimi, aynı zamanda ifa yükümü
Yorumlayıcı Kurallar
Tarafların bir hukuki işlemde kullandıkları ancak ne anlam geldiğini açıklamadıkları hususlara ilişkin bir hüküm kanunda öngörülmüşse o hüküm yorumlayıcı hükümdür.
Örnek:Senedin iadesi borcun ödendiği anlamına gelir.ama taraflar senedin tercüme için veya bir noksanının giderilmesi için verildiği konusunda anlaşabilirler.
Taraflar sözleşmede ayın başı tabirini kullanmış fakat bunla neyi kastettiklerini açıklamamışlarsa bu tabirden ayın 1. günü anlaşılması gerekir.
Tamamlayıcı hukuk kuralları:
Tamamlayıcı hukuk kuralları esasen taraf iradelerinin öncelikli olduğu alanlarda onların iradelerindeki eksiklikleri tamamlamak amacıyla konmuştur.özel hukukun çoğu kuralı tamamlayıcı hukuk kuralıdır.
ÖR:Taraflar bir borç ilişkisinde ödenecek olan faiz oranını kanuni faizden daha farklı olarak tespit ederse bu geçerlidir aksi halde kanuni faiz uygulanır.
TANIMLAYICI HUKUK KURALLARI
Bu kurallar hukuki kurumları tanımlar ve bu kurumların anlaşılmasına yardımcı olurlar.
ÖR:Nişanlanmayı,temyiz kudretini tanımlarlar.bunların farklı anlaşılması söz konusu olamaz.
ve Medeni Hukukun Temel Kavramları
I.Bölüm
Hukuka Giriş
Hukuka Giriş
Sosyal Yaşam –Sosyal Düzen- Hukuk
İnsan bugün doğumundan ölümüne kadar kendisini bir çok bağlarla sarılmış olarak algıladığı bir toplumun içinde yaşar.
Toplum içinde yaşayan insanlar hayatlarını en iyi şekilde sürdürebilmek için sahip oldukları güçleri kullanırlar.
Bu güçler başıboş bırakıldığında ise insan toplum içinde varlığını sürdüremez; hatta bu tip davranışlar toplumun kendi varlığını sürdürmesini bile tehlikeye düşürür.
Bu sebeple toplumlarda düzenin sağlanabilmesi için, güçlerin dengelenmesi ve bir takım kuralların öngörülmesi zorunluluğu, ortaya çıkmıştır
SOSYAL İLİŞKİLER
Toplum içinde yaşamak zorunda olan insan sürekli olarak diğer insanlarla ilişki içerisindedir. Bir insanın bütün davranış ve eylemleriyle diğer insanlarla kurduğu bağlılık ve ilişkilere sosyal ilişki denir
SOSYAL YÜKÜMLER
Toplum içinde yaşayan insan diğer insanlarla olan ilişkisinde kendisini bir takım yetkilerle donatılmış ya da bazı yükümler ve ödevlerle bağlı görür.
Muhtaca yardım eder, küçükleri korur, büyüklere saygılı olur.
Bu davranışlardan kaçınmak toplumda çeşitli tepkilere yol açar. Hatta bazı durumlarda devlet doğrudan doğruya müdahale eder.
Bu anlamda devlet tarafından desteklensin ya da desteklenmesin, toplum halinde yaşamaktan doğan sosyal ilişkilerimize bağlı olan bu yüküm ve ödevlere sosyal yükümler veya sosyal ödevler denir.
SOSYAL DÜZEN KURALLARI
İnsanın soyutlama yeteneği sosyal olaylarda da kendisini gösterir. Tekrarlanan olaylardan genellemeler yaparak kurallara ulaşır ve toplum yaşamını bu kurallara bağlı olarak sürdürür. Kişilere ödevler yükleyen ve yetkiler veren bu düzen sosyal düzen kuralları olarak adlandırılır. Yerine getirilmediği takdirde yaptırımla karşılaşan bu kurallar, insanların birlikte barış içinde yaşamasını sağlar.
SOSYAL YAŞAMIN DAYANAĞI
Hugo Grotius: “Toplu yaşam ve sosyal ilişkiler, insanın doğasında var olan kendi benzerlerini arama eğiliminden kaynaklanır”
Rudolf von Jhering: “Sosyal ve bireysel çıkarların gerçekleştirilmesi ihtiyacı sosyal yaşamın dayanağıdır.”
Emile Durkheim: “Sosyal yaşamın dayanağı, insanların yaşama içgüdüsüne bağlı olarak, varlıklarını korumak için kendi aralarındaki benzer ve ayrışık gereksinimlerin doğurduğu sosyal dayanışma duygusudur. Sosyal dayanışma da, iş birliğine ya da iş bölümüne dayanır.” (mekanik dayanışma – organik dayanışma)
İnsanlar toplum içinde yaşarlar.
Aristototeles: insan sosyal bir varlıktır (Zoon Politikon)
Grotius:insanda toplu halde yaşamaya ilişkin bir istek vardır(Appetitus societatis).
Topluma, toplumsal yaşama ihtiyacı olmayan bir varlığın, ya insanüstü ya da insandan aşağı bir varlık, bir canavar olacağı ileri sürülmüştür.
Bu kuralların bir kısmı , kişilere bazı ödevler yükler ve bazı yetkiler verir; bir kısmı ise sadece bazı ödevler yükler .
Kişilere yetki veren ve ödev yükleyen veya sadece ödev yükleyen bu kurallara toplumsal davranış (sosyal düzen) kuralları denir.
Toplumsal davranış kurallarının (sosyal düzen kurallarının) kapsamına hukuk, ahlâk, din ve görgü kuralları girer.
Bütün bu kurallar birbirine geçmiş gibi görünseler de, temelde bu kurallarla hedeflenen amaç, kişilerin davranışlarını belli bir düzene bağlama ve dolayısıyla toplumda bir düzeni yaratma olsa da, bir başka deyişle kuralların amaçları arasında bir aynilik, bir benzerlik bulunsa da, kurallar arasında önemli farklılıklar vardır.
Sosyal Düzen Kurallarının Türleri
Din Kuralları
Ahlak Kuralları
Görgü Kuralları
Hukuk Kuralları
II. HUKUK KURALLARI İLE AHLÂK, DİN, GÖRGÜ KURALLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ
A. Ahlâk Kurallarıyla Hukuk Kuralları Arasındaki İlişki
1) Genel Olarak:
Gerek ahlâk, gerek hukuk kuralları insan davranışlarını yönlendirmek için öngörülmüştür ve insan davranışlarını düzenlemeyi amaçlamaktadır ; bu nedenle normatif niteliktedir. Ahlâk kuralları "iyi" davranışın, hukuk kuralları ise "haklı" davranışın ne olduğu sorularına cevap verir. İyi ve kötü arasındaki ayrım ahlâk kurallarını gerektirir.
Batı Avrupa hukuk düşüncesinde, hukuk düzeni ve ahlâk düzeni birbirinden bağımsızdır. Bu iki düzen birbirleriyle kesişen iki daireye benzer.
Hukuk düzeniyle ahlâk düzeni yer yer çakışır; fakat birbirinin simetriği değildir.
Çakışan kısım dışında kalan alanda, hukuk kurallarını ilgilendirmeyen ahlâk kuralları ve ahlâk kurallarını ilgilendirmeyen hukuk kuralları yer alabileceği gibi, hukuk düzeni, ahlâk düzenine ters düşen kurallar da öngörebilir.
Örnek:
Ahlâk ve hukuk kurallarının çakışması: Ahlâk kuralları, kişilere, yardıma muhtaç olanlara yardım etmesini emreder. Medeni Kanun'un 364‘üncü maddesinde "Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür" demektedir.
Örnek 2:
Ahlâk ve hukuk kurallarının birbirine ters düşmesi:
Bir kimsenin üvey anasına yardım etmemesi ahlâk kuralları açısından tasvip edilmez. Fakat böyle bir davranış hukuka aykırı olarak nitelenemez.
Örnek3: Hukuk kurallarının ahlâk kuralları açısından önem taşımaması:
Karayolları Trafik Kanunu'nda, motorlu araçların yolun sağın dan gitmesini öngören normlar, ahlâk kurallarını ilgilendirmez.
Ahlâk ve hukuk düzeni arasındaki bu ayrım Roma hukukundan gelmiştir. Roma hukukunda dürüst yaşama, ahlâki bir durumu açıklarken, başkasına zarar vermeme, bir hukuki yükümlülüğü ortaya koymaktadır.
Ahlâk, doğru değerlere ilişkin müşterek inançla ortaya çıkar. Bir davranış, bir değer sistemine uygun düşüyorsa, ahlâken iyi (doğru); davranış, bu değer düzeni ile çatışıyorsa, kötü (yanlış) dür. Toplumda hâkim olan ahlâk kuralları iyi ve kötüye ilişkin görüşler, zaman içinde değişirler.
Örnek: Birkaç sene önce, evlilik dışı birlikte yaşama ahlâka aykırı kabul ediliyordu. Bugün özellikle büyük şehirlerde bu şekilde yaşama ahlâka aykırı sayılmamaktadır.
Diğer yandan, çevrenin korunmasına karşı bir davranış önceleri ahlâka aykırı bulunmazken, bugün böyle bir davranış küçük bir çevrede de olsa ahlâka aykırı olarak değerlendirilmektedir
Ahlâk kuralları genellikle ikiye ayrılıp incelenir: Sübjektif ahlâk ve objektif ahlâk:
Sübjektif ahlâk, bir kimsenin kendisine karşı olan ödevlerine ilişkindir.
Objektif ahlâk ise, kişinin diğer kişilerle arasındaki ilişkilerini yönlendiren kurallardan oluşur.
Örnek:
İçini temiz tut, başkaları hakkında kötü düşünme şeklindeki kurallar sübjektif ahlâkla,
fakirlere yardım et , verdiğin sözü tut gibi kurallar objektif ahlâkla ilgilidir.
2) Hukuk Kuralları ile Ahlâk Kuralları Arasındaki Farklar:
(1)- Kapsam Açısından
(2)-Yükümlülük yüklemesi ve yetki vermesi açısından
(3)-Yaptırım açısından
(4)-Yazılı olup olmamaları açısından
KAPSAM AÇISINDAN
Ahlâk kuralları sübjektif ve objektif ahlâkı içine aldığı için, hukuk kurallarının kapsamından daha geniş bir kapsama sahiptir.
Çünkü, hukuk kuralları kişinin kendi vicdanına karşı olan kuralları içermez; sadece, kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler.
Bu itibarla kapsamı, ahlâk kurallarına göre daha dardır.
Bununla beraber hukuk kuralları ahlâk kurallarının kapsamına girmeyen hususları da içerir.
Meselâ, ticaret sicilinin, tapu sicilinin tutulmasının ahlâk kuralı ile bir bağlantısı yoktur.
(2)Yükümlülük yüklemesi ve yetki vermesi açısından
Ahlâk kuralları kişiye sadece yükümlülük yükler, yetki vermez.
Halbuki hukuk kurallarının bir kısmı yükümlülük yüklerken, diğer bir kısmı yetki verir.
(3) Yaptırım Açısından
Ahlâk kurallarının yaptırımı insanın vicdanın sesidir veya toplumun kişiyi ayıplaması, onunla ilişkileri kesmesi, onu kınamasıdır.
Kısaca ahlâk kurallarına aykırı davranışın yaptırımı manevidir. Halbuki hukuk kurallarının yaptırımı devlet gücüdür.
(4)-Yazılı olup olmamaları açısından
Ahlâk kuralları yazılı olmayan kurallardır. Hukuk kuralları ise çoğunlukla yazılı kurallardır.
Türk kanun koyucusu bazen pozitif hukuk kuralları içinde ahlâk kurallarına yollama yapmıştır. Bu durumda ahlâk kuralları o konuda, hukuk düzenin bir parçasıdır; bir hukuk kuralıdır.
Örnek:
Kanunda bir sözleşmenin muhtevasının ahlâka aykırı olmaması zorunluluğu öngörülmüştür (BK. 20). Aynı şekilde ahlâka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kimse, zararı tazminle yükümlü tutulmuştur (BK. 41/II).
Yine Borçlar Kanununda ahlâka aykırı bir amacın sağlanması için verilen şeyin geri istenemeyeceği öngörülmüştür (BK. 65).
B.Din Kuralları ile Hukuk Kuralları Arasındaki İlişki
1) Genel Olarak:
Toplumda kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen, kişi davranışlarını yönlendiren kuralların bir kısmı da din kurallarıdır. Din , evreni yaratan ve yöneten insan üstü ilâhi bir varlığa inanmayı ve ona ibadet etmeyi emreder. İnsanların Tanrı ile olan ilişkilerini düzenler.
Bununla beraber, bütün dinler insanların sadece Tanrı ile olan ilişkilerini değil, insanlar arasındaki ilişkileri de düzenleyen hükümleri (emir ve yasaklar) içerir.
Bir diğer deyişle, dinler hem uhrevî (öteki âlem) hem de dünyevî ilişkileri düzenler. Din kuralları kişiler arasındaki ilişkilerde bazı kurallara uyulmasını istemesi bakımından, hukuk kurallarına benzerlik gösterirler.
İslâm Hukukunu, İslâm dininin kaynaklarında arayıp, islamiyet esaslarına göre kuran bilime, İlm-i Fıkıh denir.
Fıkıh ilminin belirlediği hukuk kurallarının bütünü de şeriatı oluşturur.
Örnek:
Hırsızlık, adam öldürme, zina, din kurallarınca yasaklanmıştır.
Aynı şekilde hukuk kuralları da bu tip davranışları hukuka aykırı davranışlar olarak kabul etmiş ve bu davranışları tasvip etmediğini hukuk kuralları ile açıkça belirtmiştir.
Lâik hukuk düzenlerinde, hukuk kuralları ile din kuralları arasında yollama biçiminde bir ilişki yoktur.
29 Ekim 1923 günü Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmiş olan Cumhuriyeti ilân eden 364 no'lu Kanun'un 2'nci maddesinde "Türkiye Devletinin dini, din-i islâmdır." denmektedir.
20 Nisan 1340 (1926) tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 2'nci maddesinde de aynı kural tekrarlanmıştır. Bu hüküm 10 Nisan 1928 t. ve 1222 no'lu Kanunla Türk Anayasasından çıkarılmıştır. 5 Şubat 1937 t. ve 3115 no. Kanun ile Anayasanın 2'nci maddesiyle "lâiklik ilkesi" benimsenmiştir. Aynı kural, 1961, 1982 tarihli Anayasaların 2'nci maddesinde muhafaza edilmiştir.
1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu, Türkiye'de dinsel hukuk düzeninden, lâik hukuk düzenine geçişi sağlayan Kanunlar arasında çok önemli bir yer işgal etmektedir.
Medeni Kanunda din ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Bunun amacı din kurallarının hukuka aktarılması değil, dini inanç özgürlüğünün kuvvetlendirilmesidir.(Dini inanç özgürlüğü, 1982 tarihli Anayasa'nın 24'üncü maddesinde düzenlenmiştir. Aynı kural 20.9.1971 tarihli ve 1488 no.lu Kanunla 1961 tarihli Anayasa'nın 19'uncu maddesinde de yer almıştır.)
Örnek:
"Evlendirme töreni biter bitmez evlendirme memuru eşlere bir aile cüzdanı verir.
Evlenmenin geçerli olması dini törenin yapılmasına bağlı değildir”(MK.143).
Örnek
“Çocuğun dini eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir.
Ana ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir.
Ergin dinin seçmekte özgürdür” (MK. 341)
2) Din Kuralları ile Hukuk Kuralları Arasındaki Farklar:
(1)–Din kuralları Tanrı'nın emri olduğu için statik kurallardır. Zaman içinde değiştirilmesi düşünülemez. Hukuk kurallarıysa insan aklının eseri olduğu için dinamik kurallardır; İhtiyaçlarına uygun olarak değiştirilebilir.
(2)–Din kurallarının yaptırımı uhrevîdir. Allah korkusudur; cehennem azabıdır. Halbuki hukuk kurallarının yaptırımı devlet gücüdür.
(3)–Din kuralları bir taraftan uhrevî ilişkileri, diğer taraftan dünyevî ilişkileri düzenler. Halbuki hukuk kuralları sadece kişiler arasında ki ilişkilerin bir kısmını düzenler.
C. Görgü Kuralları İle Hukuk Kuralları Arasındaki İlişki
Görgü kuralları da toplum hayatında kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen, uyulması gereken kurallardır. Görgü kuralları kişilerin nasıl davranması gerektiğini düzenler.
Örnek: Misafir ağırlamayla, resmi davetlerdeki kıyafetlerle, tanıkların birbiriyle karşılaştıklarında selâm vermeleriyle ilgili kurallar
Görgü kuralları toplumun tümünü veya bir bölümünü ilgilendirir.
Görgü kuralları zaman içinde değişebilir. Görgü kurallarının temelinde süresiz olarak geçerli bir değer sistemine dayanması zorunluluğu yoktur. İyi ve kötü görgü kuralları vardır; fakat görgü kuralı doğrudan doğruya davranışın iyi veya kötü olduğunu ifade etmez.
Örnek: Önceleri yemeği büyük bir şapırtı ile yemek görgü kuralı sayılmakta; hatta ev sahibine bir iltifat olarak görülmekte idi. Böylece yemeğin lezzetli olduğu vurgulanırdı.
Görgü kurallarına aykırı bir davranış, sosyal bir baskı ile karşılaşır
Örnek: Bugün yemeği şapırdatarak yemek, sofra âdabına uygun düşmemektedir. Bu şekilde yemek yemesi halinde, kişinin sosyal baskıyla karşılaş ması tabiidir. Meselâ, kendisine ayıplayıcı, horlayıcı şekilde bakılması, masada kendisi ile konuşulmaması gibi. Böyle bir sosyal baskı haklı kabul edilmektedir. Kişinin davranışı da "görgüsüz", "çirkin" gibi sıfatlarla nitelendirilir.
Zaman içinde bazı görgü kurallarının hukuk kuralı haline dönüşmesi çok sınırlı olsa da mümkündür
Örnek: Türkiye Cumhuriyetinin devlet ve dışişleri protokolünü düzenleme ve yürütme görevi, bir kanun ile Dışişleri Bakanlığına verilmiştir. Çoğu zaman devlet protokolü yönetmelikle düzenlenir
Örnek: Askerlerin birbirlerine selâm vermek mecburiyeti kanunla düzenlenmiştir. Hosteslerin de belli bir kıyafet giyme mecburiyetleri vardır.
2) Görgü Kurallarıyla Hukuk Kuralları Arasındaki Farklar :
(1)–Görgü kuralları, kişilerin karşılaştıklarında uymaları gerekli belirli davranış biçimlerini düzenler.
Özellikle aynı çevreye mensup kişilerin karşılaştıkları zamanki davranış biçimlerini öngörür. Bu kurallara uyulması daha dar çevrelerde sözkonusu olur. Hukuk kuralları ise ülkenin tümünde geçerli olan davranış kurallarıdır.
(2)–. Görgü kuralları yazılı olmayan kurallardır
Hukuk kurallarının büyük bir çoğunluğuysa yazılı kurallardır. Hukuk kurallarının yazılı olanları da, yazılı olmayanları da (örf ve âdet hukuku) belli, tespit edilmiş kurallardır.
(3)–Görgü kuralları insanlara sadece yükümlülük yükleyen kurallardır.
Halbuki hukuk kuralları kişilere aynı zamanda yetki veren kurallardır.
(4)–Görgü kurallarının yaptırımı toplumdaki bir takım değer hükümleridir.
Kişinin "görgüsüz", "kaba", "nezaketsiz" olarak nitelendirilmesi gibi.
Halbuki hukuk kurallarının yaptırımı devlet gücüdür.
HUKUK KURALLARI
İnsanların oluşturduğu toplum, mutlaka bir düzene dayanmalıdır. Bu düzenin temelini de hukuk kuralları oluşturur. Hukuk düzeni bulunmayan bir toplum düşünmek imkansızdır.
Toplumun olduğu (insan topluluğunun olduğu) her yerde hukuk vardır. (Ubi sociates ibi ius)
Hukuk, ancak bir toplum içersinde ve bir toplum için düşünülebilir. Hukukun varlığı için, hukuk kurallarına aykırı bir davranış olanağının bulunması gerekir.
Tek bir kişinin ihlâl edebileceği bir hak olmadığı için, bu kişinin aykırı davranabileceği bir hukuk kuralı da olamaz.
Hukukun Tanımı
1- Hukuk hak kavramının çoğuludur
2-Hukuk halk arasında iyi ilişkileri ifade eder (onunla hukukumuz eskidir)
3-Hukuk bir davanın türünü belirtmek için kullanılır (hukuk davaları, hukuk mahkemeleri)
4- Teknik anlamda hukuk
Hukukun tanımı
(Amaç ve kaynak)
“Hukuk, toplumun genel yararını ve bireylerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak amacıyla yetkili makam tarafından konulmuş ve Devlet yaptırımıyla donatılmış sosyal kurallar bütünüdür”
Hukuk
(Biçimsel Tanımlama)
Toplum hayatında kişilerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulması kamu gücü ile desteklenmiş bulunan sosyal kurallar bütünüdür
Teknik Anlamda Hukukun Tanımı
“Örgütlenmiş bir toplum içinde yaşayan insanların birbirleriyle veya kişilerin yine kendilerinin meydana getirdikleri topluluklarla ve bu toplulukların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen,
kişilerin hukuki güvencesini ve insan haklarını sağlamak amacıyla oluşturulan ve
devlet gücü ile desteklenen,
bağlayıcı, genel ve devamlı hukuk kurallarının bütünüdür.”
Hukukun Görevi (Varlık Sebebi)
Toplum içinde yaşayan insanların aralarında kurarak gerçekleştirdikleri ilişkiye toplumsal ilişki veya sosyal ilişki denir.
Hukukun amacı bu ilişkilerin bir kısmını düzene bağlamaktır.
Hukuk bu yolla:
Hukuk
1-Toplumda Barışı Sağlar
2-Toplumda Hukuksal güvenliği sağlar
3-Toplumda adaleti sağlar
4-Toplumda Oluşum ve gelişimlere cevap verme görevini yerine getirir
I- Hukuk toplumda barışı sağlar
Hukuk toplumdaki güçleri sınırlar, bu güçler arasında denge sağlar, çıkar çatışmalarını güven, eşitlik ve özgürlük içinde bir rekabete çevirmeye çalışır.
Böylece kişilerin maddi ve manevi varlıklarının gelişimi ve toplum barışı sağlanmış olur.
II-Hukuk toplumda hukuksal güvenliği sağlar
Herkesin bağlı olacağı kuralı bilmesinde, davranışlarını ona göre ayarlamasında büyük yarar vardır.
Hukukta şekilcilik (formalizm)ve açıklık (aleniyet) ilkeleri toplumda güven duygusunu sağlamak için öngörülmüştür.
III-Hukuk Toplumda Adaleti Sağlar
Hukukun temel görevleri arasında
Adaleti sağlamak gelir
Terazisiz kılıç kaba kuvvet Kılıçsız terazi hukukun aczi anlamına gelir
Adaletin sağlanması hukuku iki yönden ilgilendirir
1- Adil kurallar koyularak objektif adalete uygun düzen sağlanmış olur
2-Hukuk düzeninin uygulanmasında adaletli olunur
Bu nedenle hukuk adalet bilimi olarak tanımlanır
A-Adalete ilişkin düşünceler
Aristoteles’e göre adalet
1- Geniş anlamda adalet= fazilet (bilgi ve ahlak). Fazilet, akıl yolu ile ifrat, ile tefrit arasındaki en doğru yolu bulmaktır.
2- Dar anlamda adalet: İnsanın dünya nimetlerini paylaşırken ne kendine ne de başkalarına zarar verecek şekilde hareket etmesidir.
a- Denkleştirici b- Paylaştırıcı
Denkleştirici adalet-paylaştırıcı adalet
Denkleştirici adalet: kişilerin kendi aralarındaki ilişkilerini düzenler.
Özellikle eşya ve hizmetlerin değiş tokuşunda uygulanır. Bu değiş-tokuşta bir aritmetik eşitlik düşüncesi benimsenir.
Buna göre edim ile karşı edim arasında bir eşitlik varsa denkleştirici adalet gerçekleşmiştir. Denkleştirici adalet , genç ya da yaşlı , zengin ya da fakir olmasına bakılmaksızın herkesin eşit işleme tabi tutulmasını öngörür.
Ancak denkleştirici adalet aynen uygulandığında her zaman adil davranılmış olmaz. Çünkü kişiler ehliyetleri, bilgi ve yetenekleri açısından birbirinden farklıdır.
Paylaştırıcı (dağıtıcı) adalet
Orantılı bir adalet düşüncesine dayanır
Bu düşünce gereğince, gereksinimleri, yetenekleri ve olanakları bakımından eşit durumda olmayanlara eşit davranılmamalıdır. Çünkü farklı durumdaki kişilere eşit davranmak eşitliğin çiğnenmesidir. Herkesin hakları meziyet ve başarısı ile, görevleri de ehliyet ve yeteneği ile orantılı olmalıdır.
Örneğin herkes yeteneği ve katkısı oranında ücret almalı, gelir vergisi geliri daha çok olandan daha fazla alınmalıdır.
B-Adaletin Nasıl Sağlanacağı Sorunu
1- Ortak yarar kıstası ile adalet sağlanabilir
2- İnsan hakları bildirgesinde belirtilen temel haklar iç hukuka aktarılarak adalet sağlanabilir.
Bireysel insan haklarına dayanan adalet kavramı (19.yy)
Sosyal adalet ilkesine dayanan insan hakları
Sosyal adalet
Sosyal adalet, “ortaklaşa iyi”nin gerçekleştirilmesi amacını güder. Toplumdaki hak ve ödevlerin belirlenmesinde kıstas bütünün iyiliği “ortaklaşa iyi” dir.
Buna göre her kişi sırf kendi yetenek ve özelliklerine göre hakettiği değil aynı zamanda bütünün bir parçası olarak kendisine düşen hak ve ödevler belirlenir. Böylece zayıfların korunduğu bir düzen kurulur.
C-Adaletin gerçekleşmesinde hakkaniyetin rolü
Kanun koyucu adaletin gerçekleştirilmesi için hakkaniyet ilkesini kabul etmiştir (MK 4/BK 44)
Adalet de hakkaniyet de ahlaka yöneliktir, ancak ikisi arasındaki düşünce farklıdır.
Adalet- Hakkaniyet İlişkisi
Adalet hukuk kurallarına egemen en yüksek ahlaki düşünceyi ifade ederken, hakkaniyet somut olayın özelliklerini göz önünde tutarak adalete ulaşmak için başvurulan yollardan biridir (somut olay adaleti).
Hakkaniyet adil olmayan kuralın değil, adil olmayan sonuçların değiştirilmesi amacına hizmet eder.
Hukukun Temeli Hakkında Görüşler
1- Hukuku Bilinçli İrade Ürünü Sayan Görüşler
a) Tanrısal İrade Kuramı
b) Beşeri İrade Kuramı
aa) İradeci Pozitivizm
bb) Normcu Pozitivizm
c) Genel İrade veya Toplumsal Sözleşme Kuramı
2- Hukuku İrade Dışı Sayan Görüşler
Doğal Hukuk Kuramı
Tarihçi Hukuk Kuramı
Sosyolojik Hukuk Kuramı
1- Hukukun temelini bilinçli bir iradenin ürünü sayan görüşler
Bu görüşler de kendi aralarında farklı çerçevelerde değerlendirilmektedir.
Hukukun temelini iradeye bağlayan bu görüşler iradenin kaynağı olarak bazan tanrısal iradeyi bazan beşeri iradeyi bazan da genel iradeyi göstermektedirler.
A-Tanrısal İrade Kuramı
Tanrısal irade taraftarlarına göre evrendeki tüm varlıklar gibi hukuk da tanrı tarafından yaratılmıştır.
Hukukun konulması gibi değiştirilmesi ve konulması da tanrının iradesine bağlıdır.
Tanrı koyduğu hukuk kurallarını peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirir.
Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an’ı Kerim’in hukukun kaynağı konusunda benimsediği doktrin tanrısal irade doktrinidir. Bu düşünce hukukun kaynağını irade dışı olgularda arayan kuramlardan doğal hukuk anlayışında bir yaklaşım tarzı olan ve dini ilahi iradenin ürünü sayan görüşle benzeşmektedir. Ancak bu iki düşünce arasında temel bir fark da vardır. Buna göre tanrısal irade kuramı da metafizik bir nitelik taşımasına karşılık hukuku açıklayış şekli itibariyle diğer pozitivist kuramlara benzer. Bu anlamda hukukun tanrısal iradeden de kaynaklansa “konulmuş” (pozitif) bir şey olduğunu söyler. Doğal hukuk görüşüne göre ise hukuk bilinçli bir iradenin ürünü olmayıp, konulmuş (vazedilmiş) bir şey değildir.
Tanrısal irade kuramı tanrının varlığı hipotezine dayanıp, hipotezin kanıtlanması ya da çürütülmesi bilimsel uğraşın alanına girmediği ve ayrıca bu kuramın benimsediği hukuk sistemi teokratik nitelikte olduğu için kabul edilemez. AY md. 2 gereğince TC laik bir devlettir. Bu da ülkemizde hukukun kaynağının tanrısal irade olamayacağı anlamına gelir.
B- Beşeri İrade Kuramı
Bu kurama göre hukuk iradenin ürünüdür. Ancak hukukun temelinde bir ya da birden çok kişiden oluşmuş organın iradesi yatar. Bu kuramın da birbirinden nitelik olarak farklı açıklanış biçimleri vardır. Bunlardan birincisi iradeci pozitivizm diğeri de normcu pozitivizm olarak adlandırılır.
İradeci pozitivizm
İradeci pozitivizmde bir yandan hukukun iradenin ürünü olduğu bir yandan da pozitivist yani konulmuş olduğu vurgulanır. Buna bağlı olarak hukukun temelini bu irade tarafından konulmuş olduğu ileri sürülür. Ancak hukuku koyan bu iradenin niteliği hakkında görüş birliği yoktur. Kimine göre bu irade devlet, kimine göre siyasi iktidar kimine göre ise ekonomik iktidardır.
Bu kuram taraftarlarından John Austin hukuku iradeci bir şekilde “egemenin emri” olarak tanımlamıştır. Buna göre “egemen”, siyasal bağımsızlığa sahip bir toplumda herkesin kendisine itaat ettiği , ama kendisinin hiç kimseye itaat etmediği kişidir. Bu aslında Tanrı’yı, hükümdarı ya da modern yasa koyucuları içine alan bir formülasyondur. Buna göre hukuk kim olursa olsun “egemen”in ürünüdür.
Normcu pozitivizm
Normcu pozitivizm de iradeci pozitivizm gibi hukukun kendiliğinden oluşmuş, yaratılmış bir şey olmayıp konulmuş (pozitif) olduğunu kabul etmekle birlikte, devletin iradesi ya da egemenin iradesi gibi bir kavrama başvurmaksızın hukukun kaynağının yine hukuk olduğu görüşünden hareket ederler.
Bu düşüncenin en önemli taraftarlarından Kelsen’e göre hukuk normlardan oluşmuş bir düzendir. Bir hukuk kuralının temelinde daima bir başka hukuk normu bulunur. En üst normun temelini ise Grundnorm (temel norm) oluşturur. Buna göre temel norm varsayımsaldır (farazi, hipotetik) ve bunun bir yaratıcısı yoktur.
Bu düşünce, anayasanın altında yer alan normların kaynağını açıklayabilmektedir. Ancak normcu pozitivizm anayasanın temeli sorusuna doyurucu yanıt verememektedir. Çünkü anayasalar “kurucu iktidar”ların ürünüdür ve bu iktidarlar herhangi bir norma bağlı olmaksızın anayasayı meydana getirirler. Buna bağlı olarak hukukun temelini açkılayan düşünce olarak, anayasanın altındaki normlar açısından normcu pozitivizmi anayasanın temeli açısından da iradeci pozitivizmi kabul etmek uygun görünmektedir.
C-Genel İrade veya Toplumsal Sözleşme Kuramı
Bu kuramın temsilcileri insanların doğal bir ortamdan hukuksal bir ortama geçerken kendi iradeleri ile hukuku yarattıkları düşüncesindedirler.
Görüşün temsilcileri Thomas Hobbes, John Locke ve Jean Jacques Rousseau’dur.
Bu düşünceler laik ve realist olmasına karşılık bir varsayıma dayandığı için eleştirilmiştir.
1-Hobbes
Hobbes’a göre doğal yaşam döneminde savaş, kargaşa , didişme vardı.
Bu dönemde insan insanın kurdu (homo homini lupus) idi ve herkesin herkesle savaşı (bellum omnium contra omnes) söz konusu idi. İlerlemenin yapılamadığı bu dönemde, kargaşadan bıkan insanlar düzeni ve barışı sağlamak için kendi aralarında bir anlaşma yaptılar ve bu sözleşme ile kendi özgürlüklerini Leviathan’a (dev, ejderha) devrettiler.
Burada Leviathan ile kastedilen Devlettir. Toplumsal sözleşme ile bireyler devletin koyacağı kuralları kabul etmişlerdir. Buna bağlı olarak hukuk, doğal yaşam halinde bulunan bireylerin düzeni sağlamak için yaptıkları bu toplumsal sözleşmeden doğmuştur.
Kişilerin özgürlüklerini Leviathan’a devretmişlerdir. Leviathan’nı tek görevi ise düzen sağlamaktır. Bu anlayıştaki sistem özgürlükçü değil otoriterdir. Hukukun temelindeki sözleşme tek taraflıdır, dolayısıyla Leviathan’ı bağlamaz ve devlet istediği zaman hukuku değiştirebilir.
2-John Lock
2-John Lock’a göre ise doğal dönemde barış ve özgürlük vardı. İnsanlar mutlu bir yaşam sürüyordu.
Bu dönemin eksikliği suç işleyen kişileri cezalandıracak bir organizasyondu. İşte bu eksikliği giderip suç işleyen kişileri cezalandırmak için insanlar aralarında bir anlaşma yaptılar. Bu sosyal sözleşme ile insanlar cezalandırma haklarını kurdukları bu organizasyona (devlete) devrettiler. Devlet suç işleyenleri cezalandıracak kurallar koydu ve suç işleyenleri cezalandırmaya başladı. Böylece de hukuk doğmuş oldu.
Ancak insanlar cezalandırma yetkisi dışındaki yetkilerini devlete devretmediler. Dolayısıyla bu hukuk anlayışında bireyler suç işlemedikçe onlara müdahale edilemez. Bu yüzden Lock’un hukuk anlayıcı otoriter değil özgürlükçüdür.
Bu anlayış gereğince, bireylerin devletle yaptıkları anlaşma sadece bireyleri değil aynı zamanda devleti de bağlar. Devlet hukuka uymazsa bireylerin direnme hakkı doğar.
3-Jean –Jacques Rousseau
Jean –Jacques Rousseau da Hobbes gibi doğal yaşamda insanlar arasında eşitlik, barış ve mutluluğun olduğunu savunur.
Ancak özel mülkiyetin ortaya çıkması ile bu mutluluk ortadan kalktı ve artık doğal yaşamda huzur kalmadı. Bu düzeni yeniden kurmak için insanlar aralarında anlaştılar .
Rousseau bu anlaşmaya sosyal sözleşme (contrat social) ve bu anlaşma ile oluşan iradeye “genel irade (volante generale) der. İşte hukuk bu genel iradenin ürünüdür
II- HUKUKU İRADE DIŞI SAYAN GÖRÜŞLER
Bu görüş yandaşları hukuku bilinçli bir iradenin ürünü saymazlar.
Onlara göre hukuk bir varlık tarafından önceden düşünülmüş ve tasarlanmış bir şey değildir.
Bu düşünce hukuku kendi kendine oluşmuş bir kavram olarak kabul eder ve
doğal hukuk akımı,
tarihçi okul akımı ve
sosyolojik hukuk akımı
olarak çeşitli anlayışları içinde barındırır. .
1-Doğal hukuk, en geniş anlamıyla “doğanın hukuku”, yani doğadan “kaynaklanan hukuk” anlamına gelir. Ancak bu doğadan kaynaklanan hukuk kavramındaki “doğa” deyimine verilen anlam yüzyıllar içinde değişikliğe uğramıştır.
a-İlk çağda doğal hukuk kavramı kendi özgül anlamında kullanılmaktadır. Yani doğal hukuk doğadan kaynaklanan, doğanın hukuku anlamındadır. “Doğa” doğal düzen demektir ve doğanın düzeni (fusis) toplumsal düzene (nomos) uygulanmalıdır. Kadim doğal hukuk anlayışına göre hukukun kaynağı doğal düzende bulunur ve insan doğası da fiziksel ve biyolojik doğaya (tabiata) tabidir.
Kallikles’e göre doğada kuvvetli olan hayvanlar daha güçsüz olanları yenip yok ederek yaşamaktadır. Doğa da insana aynı şeyi emretmektedir.
Aristo ve Ulpianus tarafından da benimsenen doğal hukuk anlayışına göre hukukun temeli biyolojik tabiattır.
b-Ortaçağda, doğal hukuktan, ilahi düzenin kuralları yani dini hukuk anlaşılmıştır. Aziz Augustinus doğal hukuku “Tanrının ifadesi olan ebedi bir kanun” olarak tanımlar. Bu düşünür en ünlü eseri De Civitea Dei (Tanrı Devleti) de dinsizlerin ve din yolundan sapanların cezalandırılmasını önermektedir. Bu önerisi ilk defa 1183 de İtalya’da kurulan Engizisyon Mahkemeleri’nde uygulama alanı bulmuştur.
Bu dönemin bir diğer önemli temsilcisi de Thomas Aquinas’tır. Kendisine ortaçağın Aristo’su denilen bu düşünür, insani kanunların ilahi ve ebedi kanunlara uyması gerektiğini söyler. Ona göre ebedi kanunlar evreni yaratan ve yöneten kanunlardır. Bu kanunlar ilahi iradeyle ifade edilir. Dolayısıyla hukukun kaynağını beşeri irade değil ilahi irade oluşturur.
c-Yeni çağda ise doğal hukuk laikleşerek içerik değiştirmiş ve akli hukuk anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Buna göre hukuk insan aklının ürünüdür. Buradaki akıl genel ve soyut anlamda “beşeri aklı” yani insanın “akli tabiatı”nı ifade etmektedir.
Bu görüşün temsilcilerinde Hugo Grotius “De Jure Belli et Pacis” (Savaş ve Barış Hukuku) adlı eserinde insanlarda akla göre yaşama içgüdüsü olduğunu bu içgüdünün de hukukun kaynağını oluşturduğunu ifade eder. Bu düşünüre göre bütün insanlığı kapsayan ve değişmez bir takım doğal hukuk kuralları vardır. İnsan aklının doğası gereği insan iyiyi ve kötüyü ayırt edebilir. Hukuk işte insan aklının böyle bir emridir.
Grotius insanın akılsal doğasından kaynaklanan doğal hukuk kurallarına örnekler
vermektedir. Bunların başında pacta sunt servanda (ahde vefa) ilkesi gelir. İnsan aklı verilen sözün tutulmasını emretmektedir.
Bunun gibi kişinin sahip olduğu şeyler üzerindeki hakkına herkesin saygı göstermesi , herkesin kusuru ile sebep olduğu zararı tazmin etmesi, herkesin başkasına ait şeyleri sahibine vermesi, herkese hak ettiği cezanın verilmesi doğal hukuk kurallarıdır. Bunlar akla uygun oldukları için geçerlidir ve insan aklının doğasından kaynaklanır.
Grotius’a göre Tanrının varlığı ya da yokluğu bu kuralların uygulanmasından bağımsızdır. Doğal hukukun emirleri Tanrının da emirleri, yasakları Tanrının da yasaklarıdır . Hatta tanrı bile doğal hukuku değiştiremez. Böylece Grotius doğal hukuku laikleştirmiştir.
2- Tarihçi Hukuk Kuramı
2- Tarihçi Hukuk Kuramı , da hukuku bilinçli bir iradenin ürünü olarak görmez. Hukuk tarihsel süreç içinde kendiliğinden yaratılmıştır. En önemli temsilcisi Friedrich Carl von Savigny dir. Savigny’ye göre hukuk “halk ruhu”ndan doğar (Volksgeist). Hukuk da tıpkı dil gibi kendiliğinden doğar ve gelişir. Nasıl dil kendiliğinden doğup gelişiyor, dil bilimcileri gerçekleşen bu gelişme üzerine dilin ilkelerini ve kurallarını tespit ediyorlarsa hukuk da kanun koyucunun eseri olmayıp halk ruhunun bilinçsiz bir ürünüdür. Savigny kanunlaştırmaya karşıdır. Ona göre kanunlaştırma hukuku kalıplara sokmak, halk ruhundaki doğal gelişimini engellemektir. Gerçek hukuk örf ve adet hukukudur. Hukuk evrensel olamaz.
3- Sosyolojik Hukuk Akımı
Sosyolojik Hukuk Akımı, hukukun kaynağı konusunda kanun koyucunun iradesini de insan aklını da kabul etmemektedir. Hukukun kaynağı toplumsal ilişkilerde bulunan “toplumsal gerçeklikte”dir. Bu düşünce hukuki pozitivizmin şekli (biçimsel) hukuk anlayışını reddeder. Hukuk sosyolojisi alanındaki çalışmalardan hem yararlanmış hem etkilenmiş olmakla birlikte, bu akım hukuk sosyolojisinden farklıdır. Bu akım, hukuku sosyal hayattaki etkinliği bakımından ele almış, hukukun yöneldiği amaçları da göz önünde bulundurarak somut gerçekliğin gereklerine ve değerlerine uygun bir hukuk teorisi oluşturmak iddiasını taşır. En önemli temsilcileri Ehrlich, Pound ve Duguit’dir.
IV-Hukukun oluşum ve gelişimlere yanıt verme görevi
1- Hakimin hukuk yaratması
2-Hakimin takdir yetkisi
3- Dürüstlük kuralları
4- Hakkın kötüye kullanılması yasağı
HUKUK KURALLARI -HUKUKİ KURUMLAR- HUKUK DÜZENİ- HUKUK SİSTEMİ
Hukuk kuralları:Toplum içinde kişi davranışlarını düzenleyen ve uyulması devlet gücü ile (yaptırım) sağlanmış kurallardır
Hukuki kurumlar: Aynı amaca yönelik hukuk kurallarının oluşturduğu bütün.
Hukuk düzeni: yürürlükteki hukuk kurallarının tümünün getirdiği yetkiler, izinler, yasak ve emirlerin toplamıdır (Türk Hukuku, AB Hukuku)
Hukuk Sistemi: Bir hukuk düzeninin toplumun kendi sosyal, ekonomik, politik gereksinimlerine ve sosyal yaşantısına cevap vermek için esinlendiği büyük sistemler.
BÜYÜK HUKUK SİSTEMLERİ
1- Roma- Cermen Hukuk sistemi
2- Common Law
3- Dini Hukuk sistemi
4- Sosyalist hukuk sistemi
HUKUK KURALLARININ UNSURLARI VE ORTAK NİTELİKLERİ
Hukuk kurallarının unsurları
1-Talep normları: Kişilerin davranışlarına veya ilişkilerine bağlı olarak bazı emirler, yasaklar, izinler ve yetkiler içerir. Bunlar doğrudan doğruya bir davanın temelini oluşturur.
2-Yardımcı normlar: Talep normlarını daha yakından belirleyen, tamamlayan sınırlayan veya değiştiren normlardır.
HUKUK KURALLARININ HUKUKSAL NİTELİKLERİNE GÖRE AYRIMI
Emredici Kurallar
Yedek Kurallar
Tamamlayıcı kurallar
Yorumlayıcı kurallar
Tanımlayıcı kurallar: Bir hukuki kavramın, kurumun hangi anlama geldiğini açıklayan kurallardır:
Örnek: MK 13 ayırdetme gücünü tanımlar
EMREDİCİ KURALLAR
Amacı
Kamu düzenini korumak
Ahlak kurallarını korumak
Zayıfları korumak
Niteliği
Kanunla kuralın emredici olduğu belirtilenler
Açıkça emredici olduğu belirtilmeyenler
Ör:Adam öldürmek yasaktır.bir kişinin kendini öldürtmek için yapacağı ant. geçersizdir.Böyle bir ant. yı gerçekleştiren kişi ceza kanununun ilgili maddesiyle cezalandırılır.
Yedek Kurallar
Tamamlayıcı Kurallar: Taraflar yaptıkları anlaşmada birinci derecedeki noktalarda anlaşmış, ikinci derecedeki nokta-larda anlaşmamışlar ve bu noktaları tamamlayan bir hukuk ku-ralı varsa bu kurallar uygulanır. Bunlar tamamlayıcı kurallardır.
Örnek: Yasal faiz, yasal mal rejimi, aynı zamanda ifa yükümü
Yorumlayıcı Kurallar
Tarafların bir hukuki işlemde kullandıkları ancak ne anlam geldiğini açıklamadıkları hususlara ilişkin bir hüküm kanunda öngörülmüşse o hüküm yorumlayıcı hükümdür.
Örnek:Senedin iadesi borcun ödendiği anlamına gelir.ama taraflar senedin tercüme için veya bir noksanının giderilmesi için verildiği konusunda anlaşabilirler.
Taraflar sözleşmede ayın başı tabirini kullanmış fakat bunla neyi kastettiklerini açıklamamışlarsa bu tabirden ayın 1. günü anlaşılması gerekir.
Tamamlayıcı hukuk kuralları:
Tamamlayıcı hukuk kuralları esasen taraf iradelerinin öncelikli olduğu alanlarda onların iradelerindeki eksiklikleri tamamlamak amacıyla konmuştur.özel hukukun çoğu kuralı tamamlayıcı hukuk kuralıdır.
ÖR:Taraflar bir borç ilişkisinde ödenecek olan faiz oranını kanuni faizden daha farklı olarak tespit ederse bu geçerlidir aksi halde kanuni faiz uygulanır.
TANIMLAYICI HUKUK KURALLARI
Bu kurallar hukuki kurumları tanımlar ve bu kurumların anlaşılmasına yardımcı olurlar.
ÖR:Nişanlanmayı,temyiz kudretini tanımlarlar.bunların farklı anlaşılması söz konusu olamaz.